TOPUK!.. TOPUK!...

Geçen gün sevişirken; dedim biraz da topuklara oynayayım. Demez olaydım. Topuklar olmuş ben diyeyeyim "Ürgüp Peri Bacaları" sen de "Büyük Kanyon".

Bu temastan sonra tabi zihnim ağır yaralı. Dönüşü yoktu. Çocukluğumun o en esrarengiz nesnesi gözlerimin önünde gelmişti bir kere artık; topuk taşı.


Ne acayip şeydi o. Taş olduğunu yalanlayan bir hafiflik ve hafifliğini inkar eden o buram buram "Taşım ben." diye kokan sert görüntü... Yaptığım bu tanımlamayı ona topuk taşı diyenler duysalar şapkalarını önüne alıp düşünürler, utanırlar ve eminim utançlarını da "Lan, bildiğin topuğumuza felsefe taşını sürtüp durmuşuz asırlardır haberimiz yok!" diye acı içinde haykırırlardı. Tabi bu tanımlamayı anca şu an yapabiliyorum. Ya çocukluğum boyunca küvette topuk taşıyla göz göze gelmemek için yaşadığım o gerilimlerin hesabını kim verecek ha?

Bütün suçu topuk taşına ismini verenlere yıkmak da pek içime sinmiyor işin açıkçası. Kim bilir, belki de annem babam tek başıma banyo yapmaya başlamadan önce beni karşılarına alıp dürüstçe her şeyi açık açık anlatsaydılar her şey çok daha güzel olabilirdi. Mesela "Oğlum bak. İnsanlar yaşlandıkça topukları da buruşur. İnsan elinin, yüzünün buruşması karşısında çaresizdir ama topuklar hiç öyle mi! Hele bir topuk taşına sürtülmeye görsün fırlamalar! İşte o zaman topuklar yeniden kendine gelir, dirilip gençleşirler..." deseler çok daha sağlıklı bir çocukluğa sahip olacağımı kim inkar edebilir ki? Çocuğunun ergenliğinde cinsellik hakkında ahkam kesen ebeveynliği herkes yapar. Mühim olan çocuğuna dürüstçe topuk taşının ne işe yaradığını açıklayan bir ebeveynlik sergilemek bence.

Hem belki de bu konuşmayı yapsalardı laf lafı açacak konu küvetin bir kenarındaki eski bir deterjan ölçeği olan o plastik kabın içinde duran banyo jiletlerine gelecekti. Kim bilebilir? Ve sonra ben de "Babam gibi tıraş oluyorum bile ki artık, ehe ehe..." şeklinde sayıklayarak ebeveynlerimin etek tıraşı sorunlarını çözen o jiletlerden birini alıp ağzıma yüzüme sürmeyecek, ayağım kaydıktan sonra da düşüp yanağımı kesmeyecektim büyük bir ihtimalle. Hala merak ederim; yanağımı acaba annemin mi babamın mı banyo jiletiyle kestiğimi...


Acilen geçmişle olan bu hesabımı kapatmalıydım. "Fiş almasak n'olur acaba?" mantığıyla travmayı geçiştirebileceğimi sandım ama insanın kendisiyle yaptığı pazarlığın ne kadar kıran kırana geçebileceğini tahmin edemedim. Ne kadar sıkı pazarlık yapabiliyormuşum meğer. Ah topuk taşı ah...

Birden "Topuklarımı çok sevdin galiba?" sorusuyla irkildim. "Neden?" der gibi baktım. Durumu "Hayır, kırk beş dakikadır aynı pozisyondayız da... Ondan yani." şeklinde açtı. Hiç bir şey söylemeden topuklarını öylece bıraktım. Sonra hemen başka türlü şekiller...

Not: O değil de o gece "Topuk taşı olsa da sürtsek..." raddesine gelmiş olsaydık ne olurdu bilemiyorum.

Not Not: Oğlum, harbiden ucuz kurtulmuşuz lan.